Türkiye’de beyin göçü Türkiye’de beyin göçü

Türkiye’de beyin göçü

Türkiye’de beyin göçü

28/11/2022 14:04

Fiziki beyin göçlerine ilave olarak dijital göçebelik sorunsalı yüzünden Türkiye’de beyin göçü son yıllarda da problem olarak varlığını sürdürüyor
BU HABERİ
PAYLAŞ

Beyin göçü kavramını basit bir şekilde ifade edecek olursak, göç veren ülkenin araştırmacılarını, bilim insanlarını ve nitelikli işgücünü neredeyse sıfır bedelle ihraç etmesi, göç alan ülkenin ise bu gücü aynı şekilde sıfır maliyetle kazanması anlamına geliyor. Beyin göçüne neden olan etmenler arasında; mesleki açıdan iyi eğitim almış ve iyi yetişmiş kişilerin; olanaksızlık, işsizlik, liyakate önem verilmemesi, hukuk ve adalette yaşanan sıkıntılar öne çıkıyor. Saydığımız etkenlerden dolayı başka ülkelerde okumayı ve çalışmayı tercih etmesi olarak tanımlanan nitelikli beyin göçü artık lise seviyesine kadar indi. İşin ilginci nitelikli beyin göçü artık fiziki anlamda yaşanmıyor. Genç ve parlak beyinlerimiz ülkemizde oturmaya, insanı ihtiyaçlarını yine bu coğrafyada karşılamaya devam ediyor fakat dijital araç ve gereçler vasıtasıyla uluslararası kuruluşlara hizmet veriyor. Bu konuda Türkiye’de başı çeken sektör ise yazılım olmuş durumda.

ALMANYA, ABD, KANADA VE FRANSA’YA GÖÇ VERİLİYOR

Türkiye’nin her geçen yıl biraz daha derinleşen nitelikli beyin göçü sorununun lise seviyesine kadar inmesi ise aslına bakılırsa yüksek katma değer üretmek için çabalayan endüstri için sonsuzluk sarmalı (hareket eden bir maddenin her defasında aynı noktaya gelmesi) anlamına geliyor. Konunun önemini kavramak açısından dikkat çeken bir veriyi paylaşıp, yorumlamakta fayda var. Her yıl Milli Eğitim Bakanlığı’nın önemli liselere giriş için yapmış olduğu LGS’de yüzde 1’lik dilimde kalan öğrencilerin yüzde 60’ı lise tahsili sonrası üniversite okumak için yurt dışına gidiyor.

Yapılan bir araştırmaya göre; İstanbul Erkek Lisesi’nden 2019 mezunlarının yüzde 52.6’sının, Alman Lisesi’nden yüzde 94.7’sinin, Galatasaray Lisesi’nden yüzde 32.6’sının yükseköğrenim için Almanya, ABD, Kanada ya da Fransa gittiği tespit edildi. Peki bu gidişin gelişi var mı? Yani üniversite tahsilini tamamlayan bireylerin yüzde kaçı geri dönüyor? İşte burada koca bir muamma bulunuyor. Çünkü bu gençler eğitim için gittikleri ülkelerde yetenekleri oranında orada kalmayı başarıyor. Belki küçük bir dilim ailelerin talebiyle ülkesine geri dönüyor lakin geri dönenler ise iş yaşamlarını dijital göçebelik şeklinde sürdürüyor.

Gençlerin gittikleri ülkelerde kalma oranlarını inceleyen ABD Ulusal Bilim Akademisi’ne göre, Doğu Asya öğrencilerinin yüzde 77.2’si, Latin Amerika öğrencilerinin yüzde 64.3’ü, Afrikalı öğrencilerin yüzde 42.1’i çalışmalarını bitirdikten sonra bu ülkede kalıyor. Türkiye’den devlet bursu ile ABD’ye gönderilen öğrencilerin ise yüzde 25’i dönmüyor. Hâlen yurt dışında devlet bursu ile okuyan öğrencilerin yüzde 80’inden fazlası ise ABD’de eğitim görüyor.

GELİŞME YOLUNDA İLERLEMEK BU ANLAYIŞLA DAHA DA ZOR

Az gelişmiş ülkelerin kıt kaynaklarıyla yetiştirdiği nitelikli insanların bir başka ülkeye gitmesi elde kalanlarında vasat ve vasat altı eğitim ve beceriye sahip olması sonucunda ülkelerin gelişme yolunda ilerlemesi bile zor görünüyor. Son dönemde nitelikli beyin göçünün ahlaki olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu. Ülkeler gibi büyük firmalar küçük veya yerel firmalar tarafından sabırla ve emekle yetişmiş elemanları transfer ederek, bunlardan daha kısa sürede faydalanıyor. Dolayısıyla beyin göçü sadece ülkeler arasında kalmayıp, küçük yerel firmalardan büyük uluslararası firmalara da doğru da yaşanıyor. Bu veri bile aslına bakılırsa durumun vahimliğini ortaya koyuyor. Çünkü yüzde 98’i KOBİ niteliğinde olan üretim yapımızın daha ileriye gidebilmesi için tüm iş kollarının talebini karşılayabilecek miktarda zihnen gelişmiş bireyler üretmemiz gerekiyor. Bu üretimin anahtarını ise gençleri anlamak ve onlara kendilerini yeterince ifade edebilecekleri alanları açmak meydana getiriyor.

İMKANSIZLIK YAŞAYAN BİREY YUVADAN AYRILMAK ZORUNDA

Türkiye’de olduğu gibi dünyada da sıklıkla gündeme gelen beyin göçü; iyi eğitim görmüş, kalifiye ve yetenekli iş gücünün az gelişmiş ya da gelişmekte olan bir ülkeden, gelişmiş başka bir ülkeye akışı ifadeleriyle tanımlanıyor. Bu akış genellikle gelişmemiş ülkelerde yetişen ve kendini geliştiren insanların; olanaksızlık, iş bulamama veya mesleğini istediği gibi icra edememe durumlarından kaynaklanıyor. Bu harekete beyin göçü isminin verilme sebebi ise nitelikli insanların giderken sahip oldukları bilgi ve deneyimi de beraberlerinde götürmeleri. Aklın ve sahip olunan bilginin bir yurttan başka bir yurda, temelli olarak gittiğini ifade eden beyin göçü, donanımlı ve nitelikli bireylerin ülkeyi terk ettiği anlamına geliyor. Peki bu durum hep mi böyle idi? Aslına bakılırsa hayır. Derin Türk tarihine şöyle kapsamlı bir şekilde bakacak olursak Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın asırlar boyu nitelikli beyin göçü ile kadim bir kültür ve medeniyet kurduğunu hatırlamakta yarar var. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde bu düşüncemizi elbette ki temellendireceğiz.

BİLGİ TEMELLİ EKONOMİ, ÇİP KITLIĞI BENZERİ BEYİN KITLIĞINA SEBEP

Küresel ekonomi COVID-19’un itici etkisiyle artık her anlamda bir değişim ve dönüşüm yaşıyor. Bir taraftan bozulan tedarik zinciri, bir taraftan jeopolitik olduğu kadar görüntü itibarıyla savaş halinde olduğu varsayılan coğrafyaların emtia fiyatlarına tavan yaptırmasının sonucu olarak artık yeni bir dünya düzeni kuruluyor. “Eski dünya düzeni nasıldı?” diye soranlarınız var ise aslına bakılırsa bugün kurulmak istenen düzenden pek de bir farkı yok. Aradaki tek fark, yeni neslin kabul edelim ki bizden daha zeki olması ve talep ettikleri özgürlük temelli gerekçelerin alışılmışın dışında olması. Dolayısıyla bugüne kadar dünyanın ekonomik döngüsünü bir kast sistemi üzerine kuran paranın politika yapıcıları (Piyasaya yön veren merkez ülkeler…) oluşturdukları kast sistemiyle de çip kıtlığına benzer bir şekilde beyin kıtlığının gelişmekte olan ekonomiler için derinleşmesine neden oluyor. Şöylesi bir basit matematik yapacak olursak; dünyada her yıl basılan çip miktarı kadar beyine ihtiyaç var. Nasıl ki futbol endüstrisini elinde tutan bir zamanların sömürgeci devletleri dünyanın neresinde olursa olsun yetenek gösteren bir oyuncuyu hemen altyapı havuzuna dahil ediyor, işte aynı model artık yeni dünya döngüsünün merkezkaç kuvveti olmuş durumda. Bu durumu görebilen gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerin ise en başta eğitimde olmak üzere acilen zihniyet anlamında bir dönüşüm yaşaması gerekiyor.

İTİCİ VE ÇEKİCİ SEBEP AYRIMI

Küreselleşme, insanların farklı coğrafyalardaki yaşam tarzlarından haberdarlıklarını artırdı. Özellikle bir yerden başka yere gitmenin kolaylaşması da göçü hızlandırdı. Bilgi temelli ekonominin ön plana geçmiş olması, nitelikli beyinlere duyulan gereksinimi de artırdı. İyi eğitimli bir işgücü, ekonomik ve toplumsal gelişmenin olmazsa olmaz koşulu hâline geldi. Beyin göçü alan ülkeler bundan olumlu etkilenirken, nitelikli iş gücünü kaybeden ülkeler olumsuz etkileniyor.

Beyin göçünün sebeplerini temelde iki faktör belirliyor. Bunlardan birisi itici sebepler diğeri de çekici sebepler. Az gelişmişlik oranı, ekonomik istikrarsızlık ve gelecek endişesi, ülkede işsizliğin yüksek olması, nitelikli kişilerin düşük ücretlerle çalıştırılması, ülkede uygulanan maaş politikalarının yanlışlığı, yöneticilerin niteliksiz olması, plansız şekilde eleman yetiştirilmesi, politik dengesizlik, düşünce ve bilimsel özgürlüklerin kısıtlanması, ülkede nitelikli kişi sayısında artış olmasına rağmen bu kişileri kullanamama durumu, ülkede araştırma koşullarının gelişmemiş olması ve gençlere fırsat tanımama itici sebepler olarak kabul ediliyor.

Ekonomik durumda iyileşme, yüksek maaş beklentisi içinde olma durumu, kaliteli yaşam arzusu, gelişmiş araştırma koşullarına kavuşma, şehir merkezlerinin cazibesine kapılma ve yabancı eğitimde saygınlık yakalama isteği ise çekici sebepler olarak kabul ediliyor.

HÜKÜMETLER NE YAPABİLİR?

Böylesine derin bir konuyu nasıl çözebiliriz? Yani Türkiye tam olarak ne yapmalı? Öncelikle yurt dışında yaşayan yüksek vasıflı Türkiye vatandaşları ile her yıl düzenli olarak toplanmalı, toplantıda, “Türkiye’nin yurt dışında olumlu bir imajının oluşturulması, yabancı yatırımcıların Türkiye’ye çekilmesi, Türkiye’nin yatırım ve gelir imkânlarının artırılması” gibi konular görüşülmeli. Katılımcıların bazıları, hükümeti tarafından desteklenmeli. Bazı harcamaları karşılanmalı. Türkiye’nin beyin göçü konusunda stratejiler oluşturmalı. Yeni neslin eğitiminde gençlere özellikle kendilerini ifade edebilecekleri proje alanları meydana getirilmeli. Bireyler eğitim modellemesi meydana getirilirken yeteneklerine göre sınıflanmalı. Bu şekilde toplumun tüm katmanları için vasıflı bir iş gücü meydana getirebileceğimiz gibi dijitalleşme ile kabuk değiştiren iş kollarında da olası bir açığın önüne geçmiş oluruz.

FELAKETTEN SÖZ ETMİYORUZ

Öte yandan, hükümetlerin beyin göçünü sadece bir felaket gibi algılayıp, korunma güdüsüyle bunu engellemeye çalışmaları hatalı bir politika olur. Çünkü karar alıcıların bütün dikkatlerini evden kaçanları durdurmaya yoğunlaştırmaları sonuç vermez. Esas olan evi daha müreffeh ve yaşanabilir hâle getirmek. Bir başka ifade ile sivrisinekleri öldürmek yerine bataklık kurutulmalı. Sonuç olarak; insanlar sosyal varlıklar. Her normal insan bir gruba ihtiyaç duyar. Çağımızda hâlâ insanların en büyük aidiyetleri kendi uluslarına ve kültürlerine yönelik. Eğer normal bir insan, kendi evinde güven ve refah içinde yaşama/ çalışma şansına sahipse neden başka topraklarda bir ömür ‘yabancı’ sıfatıyla kalmak istesin?

ORTAÇAĞ’DA BİLİM İNSANLARININ BEYİN GÖÇÜNÜ ENGELLEME ÇABASI

Ortaçağda da Avrupa ülkeleri arasında eğitim ve bilimsel amaçlarla gerçekleşen göçler vuku bulmuştur. Bu dönemde bilim insanlarının göçünü engelleyici veya teşvik edici devlet politikaları da geliştirilmiştir. 8. yüzyılın başlangıcından itibaren eğitim ve bilimsel faaliyetler manastır ve kilise okullarında sürdürülürken, daha sonra kurulan üniversiteler vasıtasıyla yürütülmüştür. 1250 tarihine kadar Avrupa’da 20 kadar olan üniversite sayısı 15. Yüzyıl sonunda 80’e ulaşmıştır. Bizans İmparatorluğu’nun itibar ve nüfuzunun çöküşü ile birlikte, İstanbul’un ilk defa Haçlılar tarafından 1204’de zapt edilmesi ve 1453’de Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethiyle Bizans’tan ayrılan bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılar başta Padura olmak üzere Oxford, Prag, Heidelberg  ve diğer birçok bilim merkezlerinin kurulmasında rol oynamışlardır. Bu üniversitelerde yabancı öğrencilerin asıl büyük çoğunluğu teşkil ettiği de görülmekteydi. Ancak bu eğilim, özellikle 14. ve 15. yüzyıllarda, milli devletlerin artışıyla birlikte getirilen yasaklamalarla durdurulmaya çalışılmıştır.

GÖÇÜN FORMATI MI DEĞİŞİYOR?

Buraya kadar beyin göçünün gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler açısından önemine dair birkaç durum tespiti yaptık. Bu noktadan sonra ise sözü akademisyenlere verip, insan hakları bağlamında göç ve mültecilik konusuna değineceğiz. Öncelikle şunu belirtmekte yarar var; 21’nci yüzyılda küresel bir hız yani enformasyonun ışık hızında dağılımı söz konusu. İşte bu hıza ayak uydurmak isteyenler için sanal göçler sıklığında kayda değer artışlar var. Örneğin artık metaverse diye bir sanal evren var. Bilgisayarların olduğu sanal bir dünyaya herkes kendi kimliği ile girecek. Orada blok zincirlerin olduğu bir veri tabanı oluşacak. Kişi orada alışveriş yapacak, sokaklarda gezecek, eğlenecek, kripto paralarını harcayacak ve biriktirecek. Bu da bir nevi göç anlamına geliyor. İster beyin göçü olsun, ister sanal isterse de beyin göçü tüm bunların aynı bağlamda ele alınmasının önemine değinen akademisyenler, şu çağrıyı yineliyor: “İnsan haklarını tüm dünya evrensel bir bakış açısıyla ele almalı.”

“İNSAN HAKLARI, BU ÇAĞIN DOĞRUSU VE YENİ KUTSALIDIR”

İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu ile göçü birlikte ele almanın çok önemli bir durum olduğunu ifade eden Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Yönetim Üst Kurul Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Göçün psikolojisini araştırdığımızda en büyük travmatik etkisinin insana yönelik olduğunu söyleyebiliriz. İnsan hakları elbise gibi değil cilt gibidir. Cilt nasıl insanı insan yapan unsur ise insan hakları da vicdanımızın terazisi yani denge unsurudur. İnsan hakları ile ilgili suçlarda süre yoktur. İnsan hakları bu çağın doğrusu ve kutsalıdır” dedi.

“NİTELİKLİ SIĞINMACILARI ÜLKE EKONOMİSİNE KAZANDIRMALIYIZ”

“ABD’de bayrağı yırttığınız zaman büyük bir tepki almazsınız ama insan haklarına karşıyım dediğiniz zaman ciddi bir tepki ile karşılaşırsınız” diye konuşan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şöyle devam etti: “Avrupa, kilise ve derebeyliğinin olduğu faşist baskı döneminden özgürlük arayışında olan insanların olduğu bir noktaya geldi. Kültür olarak da bunun kıymetini çok iyi biliyorlar. Özgürlük, temel hayat hakkı, seyahat hakkı, adil yargılama hakkı, dinini yaşama hakkı, yargıya ve adalete başvurma hakkı gibi birçok haklara değer veriyorlar. Dolayısıyla belirli zamanlara nitelikli işgücünün farklı coğrafyalara kayması engellenemiyor. Bunu engellemek için benzer değişimleri desteklemeliyiz.”

İnsan haklarının bu kadar önemli olduğu bir durumda göç kavramının travmatik bir yaşantı olduğu için insan haklarını fazlasıyla etkilediğine işaret eden Tarhan, göçün bir terminolojisinin bulunduğuna işaret etti. Tarhan, “Mülteci, sığınmacı ve göçmen kavramları ayrı değerlendiriliyor. Göçmende gönüllü olarak bir göç durumu var. Mülteci, sığınmış ve kabul edilmiş statüde oluyor. Sığınmacı ise sığındığı ülkeden kabul bekleyen durumda oluyor. Şu an Türkiye’de Klasik anlamda beyin kazanımı olarak adlandırabileceğimiz tersine beyin göçü, başarılı ve nitelikli bireylerin geçmiş zamanda ayrıldıkları ülkelerine tekrar dönüş yapmaları ve bununla birlikte çalışmalarına burada devam ederek ülkelerine bilgi ve sermaye sağlamaları olarak tanımlanabilir. Tersine beyin göçü ile birlikte sermaye kaybını kazanmak esastır. Büyük oranda sığınmacı var. Dünyada mülteci statüsüne girmemiş en çok sığınmacı Türkiye’de bulunuyor. Dünya’daki süper güçlerin göstermediği bir hoşgörüyü ve yaklaşımı gösterdik. Lakin bu hoşgörüyü ülkemiz lehine taçlandırmak istiyorsak nitelik yönünden potansiyel arz eden beyinleri ülkemize kazandırmanın yollarını da aramalıyız” ifadelerini kullandı.

“21’NCİ YÜZYILDA SANAL GÖÇLER BEYİN GÖÇÜNE DAMGA VURDU”

Bugün itibarıyla meta evreni yüzünden küresel ölçekte bir sanal göç sorununun tüm ülkeler tarağından kabul gördüğüne atıfta bulunan Nevzat Tarhan, şunları kaydetti: “Günümüzde göçün formatı biraz değişti. Metaverse diye bir sanal evren var. Bilgisayarların olduğu sanal bir dünyaya herkes kendi kimliği ile girecek. Orada blok zincirlerin olduğu bir veri tabanı oluşacak. Kişi orada alışveriş yapacak, sokaklarda gezecek, eğlenecek, kripto paralarını harcayacak ve biriktirecek. Bu da bir göç. Şimdi dijital göç var. Farklı ülkelerden birbirleri ile tanışıp Türkiye’de evlenen insanlar var. Bu da teknolojinin ve hareketliliğin getirdiği bir göç. Bütün bunların sosyolojik ve psikolojik uzantıları var. Göç, insanların temel haklarını ve ruh sağlığını etkiliyor, sosyal değişimlere sebep oluyor. Böyle durumlarda doğru pozisyon alanlar, yeniliği yakalıyorlar. Yanlış pozisyon alanlar tarihin çöp sepetinde kalıyorlar.”

TERSİNE BEYİN GÖÇÜ YAPABİLMEK GEREK

Klasik anlamda beyin kazanımı olarak adlandırabileceğimiz tersine beyin göçü, başarılı ve nitelikli bireylerin geçmiş zamanda ayrıldıkları ülkelerine tekrar dönüş yapmaları ve bununla birlikte çalışmalarına burada devam ederek ülkelerine bilgi ve sermaye sağlamaları olarak tanımlanabilir.

Tersine beyin göçü ile birlikte sermaye kaybını tekrar kazanmak esas amaçtır da denilebilir. Tersine beyin göçünün gerçekleşebilmesi için, bireylerin göç etikleri zaman elde ettikleri kazanımlarının göç etmeden öncekine oranla daha yüksek olması ise başlıca kriter oluyor. Ayrıca tersine beyin göçünün yaygınlaşmasında, göç veren ülkenin yaşam standartlarındaki artış önemli bir rol oynuyor.

Ekonomik veya sosyal durumun arttığı bir ülkede göçmenlerin geri dönmesi daha muhtemeldir. Bu sebeple, birçok gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkeler kısıtlı kaynaklarını kullanarak beyin göçü nasıl engellenir konusunda tersine beyin göçü politikaları uygulanıyor. Ülkemize baktığımızda, tersine beyin göçü politikaları bizde de Meclisin ve liderlerin gündeminde yer işgal ediyor çünkü Türkiye son yıllarda eğitimli ve genç nüfusunun çoğunu beyin göçü ile birlikte kaybediyor. Özellikle 25-29 yaş aralığındaki nitelikli bireylerin büyük bir çoğunluğunun ülkeden gitmesi, Türkiye için ciddi bir problem olmaya devam ediyor.

Beyin göçü ile ilgili dikkat çeken hususlardan birini de Türkiye’deki tesislerin teknoloji kullanımı meydana getiriyor. Bugün itibarıyla Türkiye’deki tesislerin yüzde 62.5 düşük, yüzde 28.1’i orta düşük teknolojili yüzde 9.1 orta ileri teknoloji ve yüzde 0.3’ü ise yüksek teknoloji tesislerinden oluşuyor. Mevcut tesis altyapısının görünümü için ise söylenecek tek söz bu şekilde beyin göçünün istenilen düzeyde engellenemeyeceğiyle ilgili.

KESİŞEN FIRSATLAR KURAMI:

Beyin göçü konusunda Türkiye’deki birkaç çarpıcı unsura geçmeden önce ‘Kesişen Fırsatlar Kuramı’na dikkat etmekte fayda var. Bu kuram bireyleri göç konusundaki kararları ve onları bu kararlara iten sebepler üzerinde yoğunlaşan ve sosyal aktör olarak göçmeni ön plana çıkaran mikro bir kuram olmasıyla Türkiye’yi ilgilendiriyor diyebiliriz. 1940 yılında Stouffer ilk kez kesişen fırsatlar (intervening opportunities) kuramından bahsetti. Bu kurama göre göç konusundaki önemli noktalar; göç edilecek mesafe, göç edilecek yerdeki imkanlar ve bu imkanların miktarıyla ilgili.

Stouffer’a göre göç ile üzerinde durulması gereken nokta çekim etkisi kurabiliyor. Yani önemli olan gidilecek yerdeki mesafe. Buna göre, yapılacak göçteki gidilecek yerdeki iş imkanlarının çokluğu ve yapılan göç doğru orantılı. Yani göç edilecek yerdeki iş imkânlarının çokluğu ve göç mesafesinin kısalığı, o çekim merkezine göç eden kişilerin sayısını artıran faktörler olarak dikkat çekiyor. Göç için kat edilecek mesafe; güvenlik noktası, devlet sınırları ve sınırların genişliği göç için olumsuz olmaktadır çünkü her bir sınır bir güvenlik sistemi ve mekanizması demek. Bu durum uluslararası göçü zorlaştıran ve sınırlandıran bir durum anlamına geliyor. Bu kuramın özellikle ekonomik temelli işçi göçlerinde kullanıldığını söylemek mümkün.

TÜRKİYE’DEKİ HAREKETLERE BAKMAK

 Söz konusu kuram eşliğinde Türkiye’deki beyin göçü hareketlerine baktığımızda başka ülkeye göç etmenin itici sebeplerin başında iş bulamama korkusu ve ekonomik nedenler geliyor. İtici sebeplerin devamında akademik yetersizlik ve teknolojik yetersizlikler konuları da öne çıkıyor.

1- EKONOMİK YETERSİZLİKLER:

Beyin göçünün en önemli sebeplerinden biri olan bulunan ülkedeki ekonomik yetersizlik ve gidilecek ülkedeki ekonomi seviyesinin daha iyi olması. Bir taraftan ülke içindeki işsizlik, düşük ücretler, iş bulunamaması gibi nedenler göç için itici unsurlar olurken gidilmek istenen ülkedeki istihdam düzeyi ve maaş imkanları çekici birer unsur olabiliyor. Bu yüzden beyin göçü ile göç eden vasıflı insanlar gittikleri ülkelerde kendi ülkelerine göre daha iyi maaş alıyor. Bu da o ülkenin bu vasıflı kişileri elinde tutmasına yarayan bir unsurdur.

2- AKADEMİK YETERSİZLİK:

Küreselleşme ile birlikte insanların ihtiyaçları değişmiş ve bu ihtiyaç değişimi eğitimi de dönüştürdü. Değişen ihtiyaçlara yönelik insan yetiştirme misyonu öne çıkıyor. Bu imkanları sağlayamayan ülkelerdeki kişiler ise ihtiyaçlarını farklı ülkelerde karşılıyor. Özellikle eğitim sisteminin oturmamış olması, eğitim sisteminde çarpıklıklar, olumsuz çalışma koşulları, yükselme fırsatı ve çalışma kültürünün olmaması itici güçler arasında yer alıyor.

3- TEKNOLOJİK YETERSİZLİKLER:

Yabancı dil öğrenimi, laboratuvar çalışmaları, web tabanlı aramaların daha hızlı olması, makale taramasının daha rahat yapılması, kütüphaneler ve yüksek düzey bilgisayarlar hedef ülkelerde bulunan teknolojik aletler arasında sayılabilir. Bu teknolojik aletler ise araştırma yaparken ihtiyacımız olan materyaller aslında. Bunların yanı sıra hükümetlerin veya enstitülerin vermiş olduğu fon veya burslar kişileri o ülkede kalmaya ve araştırma yapmaya devam etmeleri için çekici güç olabiliyor.

1 MİLYARDAN FAZLA DİGİTAL NORMAD GELİYOR

Bir yandan profesyonel iş hayatını sürdürürken bir yandan da farklı ülkeleri ve kültürleri tanıma imkanı sunan dijital göçebelik, sadece bir bilgisayarın ve internet bağlantısının yeterli olduğu çalışma modeli olarak karşımıza çıkıyor. Pandemiyle birlikte sayıları hızla artan ve dünya çapında 35 milyona ulaşan dijital göçebeler için bir bilgisayarda olması gereken özellikler yaşam tarzıyla orantılı olarak değişkenlik gösteriyor. Dijital dünyanın hızla gelişerek sınırları ortadan kaldırması, farklı iş kollarının yanı sıra yeni çalışma şekillerini de ortaya çıkardı. Serbest çalışan anlamına gelen “freelancer”, kendi mekanlarında kalarak hizmet veren “uzaktan çalışan” kavramlarından sonra adını sıkça duyduğumuz kavramlardan biri de; seyahat ve iş hayatını birleştiren “Dijital Göçebelik” (Digital Nomad) oldu. Geleceğin en önemli iş ve çalışma modellerinden biri olarak görülen Digital Nomad, pandemiyle birlikte beklenenden daha hızlı bir şekilde milyonlarca kişinin ve şirketin gündemi haline geldi. Dünya çapında çeşitli milletlerden 35 milyondan fazla dijital göçebe bulunuyor. MBO Partners’a göre 17 milyondan fazla serbest çalışan da dijital göçebe olma yolunda. Günümüzde daha özgür çalışma ortamı isteyenlerin sayısı artarken, 2035 yılına kadar 1 milyardan fazla dijital göçebe olacağı tahmin ediliyor.

BİLİM İNSANLARININ GÖÇÜ EN AZ BİLİM KADAR ESKİ

Göç konusunu inceleyen araştırmalara göre bilim insanlarının göçünün bilim kadar eski olduğudur. Yapılan araştırmalara göre MÖ. 600 yılının hemen sonrasına kadar konuyla ilgili olarak somut bilgiler bulunmamaktadır. Bu tarihlerle. MÖ. 300’üncü yıllarda göçün yönü Atina’ya doğruydu. Bu dönemde seyahat etmenin taşıdığı zorluk ve arz ettiği tehlikelere rağmen Atina’ya öğrenci, eğitimci ve araştırmacıların gittiği görülmekteydi. Daha sonra MÖ. 300 yıllarından itibaren, Potelemi Hanedanlığı döneminde, İskenderiye hızla dünya bilim merkezi hüviyetini kazanmış ve bu hususiyetinin yıllarca muhafaza edilmesine çalışılmıştır. Bu amaçla ilkin politikacı ve Aristo’nun öğrencisi olan Demetrios ile fizikçi Straton İskenderiye’ye çağrılmıştır. Demetrios, kurulan İskenderiye Kütüphanesi ve Müzesi’nin başına getirilmiş. Müze ve kütüphanenin insan gücü ihtiyacı, ithal edilen bilim insanlarının istihdamıyla karşılanmıştı. Böylece, bu kuruluş öncelikle Yunan beyinlerinin buraya göçüne yol açtığı gibi dünyanın diğer köşelerinden gelen bilim insanı ve araştırmacıları da bünyesinde toplamıştı. Bunda, bilimsel çalışma ortamının cazibesi kadar gelenlere yapılan cömertçe ödemeler de rol oynuyordu.

FATİH SULTAN MEHMET İLE İLİMDE DÖNÜŞÜM BAŞLAMIŞTI

İstanbul’un fethiyle Avrupa’ya göç eden gayrimüslim bilim insanları yerine İstanbul, İslam âleminden; Mısır’dan, İran’dan bilim insanlarını çeken bir bilim merkezi olmuştur. Esasen Fatih Sultan Mehmet’in ilme, felsefe, sanat ve edebiyata karşı duyduğu yakın ilgi neticesinde, o zamana kadar sadece İslam dini ile ilgili bilgilerin öğretildiği medreseler yanında İstanbul’da ilk defa, bütün bilgilerin verildiği bir medrese kurulmuştu. Enderun’a da, Yunanca ve Latince bilen bilginler getirilmiştir. Osmanlılar döneminde, matbaanın kurulmasından sonra XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa ile tesis edilen sıkı ilişkiler neticesinde birçok Batılı bilim insanı da Türkiye’ye gelmiştir.

CAZİP İMKANLAR VARDI

MS. 500’lü yıllardan hemen sonra ise İran’ın doğusu dünyanın yeni bilim, sanat, düşünce ve araştırma merkezi haline gelmiş ve Cundişapur’da kurulan üniversiteye dünyanın her yerinden özellikle Hıristiyan âleminden araştırmacı, fizikçi ve bilim insanlarını cezp etmişti . Daha sonra 8. ve 9. yüzyıllarda Emeviler ve Abbasiler zamanında Şam ve Bağdat birer ilim merkeziydiler. Önceleri ferdi ve özellikle Abbasiler zamanında resmen teşvik görüp kurulan müesseselerle Yahudi, Suriyeli, İranlı ve Hindu araştırmacılara cazip imkânlar sağlanıyordu.

- Ankara Sanayi Odası’nın yayın organı ASOMEDYA’nın Mart-Nisan (2022) sayısı